Türkiye Cumhuriyeti'nin ceza adalet sisteminde son yıllarda gerçekleştirilen köklü değişiklikler, bir dizi Yargı Paketi stratejisi altında yürütülmektedir. Bu kapsamlı yasal düzenlemelerin temel amacı, hukuki süreçleri hızlandırmak, insan haklarına uyumu artırmak ve özellikle ceza infaz süreçlerini toplumsal beklentilere uygun bir şekilde yeniden yapılandırmaktır. Bu makalenin ana odağı, kamuoyunda genellikle 10. Yargı Paketi olarak adlandırılan ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da (CGTİHK) esaslı değişiklikler getiren 7550 sayılı Kanun düzenlemesidir. Bu kanun, 04 Haziran 2025 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bahsi geçen 11. Yargı Paketi ise, devam eden reform çabasının bir parçası olarak gelecekteki yasal gündemi işaret etmektedir. 11. Paket, bilişim suçları, kutlamada havaya ateş açma, trafikte yol kesme gibi toplumsal infial yaratan belirli eylemlerde yaptırım aralığını ve nitelikli halleri düzenlemeyi, müstakil suç tanımları (kurusıkı dahil) oluşturmayı ve çocuk adaletinde yaşa göre indirimde kademelendirme yapmayı hedefleyen devam eden yasal çalışmaları kapsamaktadır. Bu durum, yasama iradesinin, bir yandan infaz rejimini esnekleştirirken, diğer yandan bazı suç tiplerinde cezai caydırıcılığı artırma yönünde ikili bir strateji izlediğini göstermektedir.
Adalet Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamalara göre, bu infaz reformlarının temel hedefleri net bir şekilde belirlenmiştir: hukuk sistemine duyulan güveni artırmak, suçla mücadelede daha etkili mekanizmalar geliştirmek, cezasızlık algısını ortadan kaldırmak ve suç işleyenlerin rehabilitasyonunu sağlayarak toplumsal huzuru güçlendirmektir.
Ancak bu reformların arka planında yatan ve sistemin devamlılığını zorlayan kritik bir faktör bulunmaktadır: aşırı cezaevi yoğunluğu krizi. Güncel veriler, Türkiye'deki ceza infaz kurumlarının sürdürülebilirlik sınırlarını aştığını gözler önüne sermektedir. 02 Eylül 2025 itibarıyla, Türkiye'deki toplam 402 hapishanenin kapasitesi 304.964 mahpus iken, tutulan mahpus sayısı 419.194'tür. Bu durum, yaklaşık %137'lik bir doluluk oranına işaret etmektedir. Hükümlü sayısının 356.710 olduğu düşünüldüğünde, bu ezici yoğunluk, yasal adaletin ideolojik hedeflerinin ötesinde, reformların sistemik kriz yönetimi odaklı olduğunu kanıtlamaktadır. En radikal infaz indirimlerinin, özellikle mükerrir hükümlüler için yapılanların, ardındaki temel motivasyon, hukuki felsefeden ziyade, cezaevlerindeki insani ve yönetimsel çöküşü engelleme zorunluluğudur. Reformun başarısı, doluluk oranını kabul edilebilir seviyelere çekebilme yeteneğiyle doğrudan ilişkilidir.
7550 sayılı Kanun, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da (CGTİHK) köklü değişiklikler yaparak infaz rejiminin omurgasını yeniden şekillendirmiştir. Bu değişiklikler, özellikle tekerrür ve denetimli serbestlik kurumları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Ceza hukukunda tekerrür, daha önce kesinleşmiş bir mahkumiyetin ardından kanunda belirtilen süre geçmeden yeni bir suç işlenmesi anlamına gelmektedir; bu kişilere mükerrir denilmektedir. Eski infaz rejimi, özellikle ikinci kez mükerrer sayılan hükümlülerin koşullu salıverme ve denetimli serbestlik imkanlarından yararlanmasını engelliyor, bu kişilerin cezalarının tamamını kapalı infaz kurumunda çekmelerini şart koşuyordu.
Yeni düzenleme, mükerrir hükümlüler (ikinci tekerrürlüler dahil) için önemli bir dönüşüm getirmiştir :
Koşullu Salıverme: Süreli hapis cezalarının dörtte üçünü (43) iyi halli olarak infaz etmeleri durumunda koşullu salıvermeden yararlanma imkanı sağlanmıştır.
İnfaz Usulü Değişiklikleri: Bu hükümlüler artık açık ceza infaz kurumuna geçiş ve denetimli serbestlik imkanına sahip olabileceklerdir.
Süre Eşitlemesi: İkinci tekerrürlü hükümlüler için koşullu salıverme süresi, birinci tekerrürlü hükümlüler ile aynı şekilde uygulanacaktır.
Bu düzenlemenin hukuki gerekçesi, uzun süreli tam infazın adaletsizlik algısı yarattığı görüşünü gidermek ve hükümlünün topluma uyum sürecini desteklemek amacıyla rehabilitasyonu teşvik etmektir.
Önceki uygulamada, özellikle kısa süreli hapis cezalarında, cezaevine giriş yapan hükümlünün kısa bir süre sonra denetimli serbestlik yoluyla tahliye edilmesi, kamuoyunda cezasızlık ve "gir-çık" olarak adlandırılan bir algı yaratmıştı.
Yeni yasa, bu algıyı ortadan kaldırmak amacıyla, denetimli serbestlikten yararlanmaya yönelik asgari süre şartı getirmiştir. Buna göre, koşullu salıverilmesine 1 yıl veya daha az süre kalmış iyi hâlli hükümlülerin denetimli serbestlikten yararlanabilmesi için, kalan sürenin en az onda birini (101) ceza infaz kurumunda geçirmesi gerekliliği şart koşulmuştur. Bu sürenin hiçbir durumda 5 günden az olamayacağı da hükme bağlanmıştır.
Bu düzenleme, infaz sistemine duyulan güveni artırmayı ve cezanın caydırıcılığını iyileştirmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu kuralın kanunun yürürlük tarihinden sonra işlenen suçlar için uygulanacak olması, yasanın mevcut krizi çözmek için (mükerrir indirimleri) ve gelecekteki algıyı yönetmek için (1/10 kuralı) çelişkili iki mekanizmayı aynı anda kullandığını göstermektedir.
CGTİHK'nın 110. maddesinde düzenlenen "Özel İnfaz Usulleri" bakımından da kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Amaç, infaz sistemini kırılgan bireyler yönüyle bireyselleştirmektir.
Yeni düzenleme ile konutta, hafta sonu ve gece infaz uygulamalarının sınırları yükseltilmiştir:
Kasıtlı suçlarda konutta infaz sınırı 1 yıl 6 aydan 3 yıla yükseltilmiştir.
Taksirle işlenen suçlarda ise bu sınır 3 yıldan 5 yıla yükseltilmiştir.
Ayrıca, ağır hasta, engelli ve doğum yapmış kadın hükümlülerin cezalarını konutta çekmesine imkân tanınmıştır. Bu, toplumsal adalet düşüncesinin güçlendirilmesi hedefine hizmet eden alternatif yaptırımlar planlanmasından biridir.
Reformlar, özellikle mahpus sayısının yüksek olduğu bir ülkede, hem insani hem de yönetimsel açıdan önemli kazanımlar sağlamaktadır.
İnfaz rejiminde yapılan bireyselleştirme çabaları, uluslararası insan hakları standartlarına uyumu güçlendirmektedir. Ağır hasta, engelli ve doğum yapmış kadın hükümlülere konutta infaz imkânı tanınması , infazın bireyselleşmesini sağlayarak cezaevi koşullarının iyileştirilmesine ve insan onuruna uygun bir infaz ortamı sunulmasına katkıda bulunur.
Ayrıca, ikinci tekerrürlü hükümlülere koşullu salıverme imkânının tanınması, cezaevinde "iyi hal" sergilemek ve topluma uyum sağlamak için güçlü bir teşvik mekanizması oluşturur. Tam ceza infazının ortadan kaldırılması, hükümlülerin umut hakkını destekler ve rehabilitasyona yönelik çabaları somut bir faydayla ödüllendirir. Bu, sistemin sadece cezalandırıcı değil, aynı zamanda ıslah edici yönünü de öne çıkarmayı amaçlamaktadır.
Reformun en kritik ve pratik faydası, ceza infaz kurumlarındaki ezici yoğunlukla mücadele etmesidir. 419.194 mahpusun tutulduğu bir sistemde , infaz indirimleri ve erken tahliye mekanizmaları, sistemi ayakta tutmanın en hızlı ve en etkili yoludur.
Bu krizin boyutlarını ve reformun pragmatik gerekliliğini daha iyi anlamak için, Eylül 2025 itibarıyla ceza infaz kurumlarının istatistikleri incelenmelidir.
Türkiye Ceza İnfaz Kurumları Mevcut Durum Analizi (Eylül 2025)
Kriter | Mevcut Veri (02.09.2025 İtibarıyla) | Sistem Üzerindeki Etki |
Toplam Kapasite | 304.964 mahpus | Kapasite Kısıtlılığı |
Toplam Mahpus Sayısı | 419.194 mahpus | Ciddi Yoğunluk Krizi |
Doluluk Oranı | Yaklaşık 137% | İnfaz reformlarının temel itici gücü |
Hükümlü Sayısı | 356.710 | İndirimlerden Doğrudan Etkilenen Kitle |
65 Yaş Üstü Mahpus Sayısı | 6.475 |
Özel İnfaz Usullerine İhtiyaç Duyan Kırılgan Grup |
Bu veriler, reformun, yasal adaletin ötesinde, hapishane yönetiminin temel bir zorunluluğu olduğunu açıkça göstermektedir. Erken tahliyeler, mevcut mahpusların güvenlik, hijyen ve temel yaşam kalitesinin bir nebze olsun iyileştirilmesine dolaylı olarak katkı sağlayarak sistemin sürdürülebilirliğine hizmet eder.
Yargı paketinin infaz hukuku düzenlemeleri, özellikle mükerrir hükümlülere tanınan haklar nedeniyle, kamu güvenliği ve ceza adaletine duyulan güven açısından ciddi tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Adalet Bakanlığı reformun amacını cezasızlık algısını sona erdirmek olarak açıklamasına rağmen , düzenlemenin en tartışmalı yönü, bu amaca ters düşme riskidir. İkinci tekerrürlü hükümlüler, tanım gereği daha önce cezalandırılmış ve suç işlemeye devam eden, yani topluma uyumda en çok zorlanan kitleyi temsil etmektedir. Bu hükümlülerin koşullu salıverme yoluyla erken tahliyesi, kamuoyunda "iyi hal" değerlendirmesinin yeterince titiz yapılmadığı ve suçun tekrarlanma riskinin göz ardı edildiği endişesini doğurmaktadır.
Sistemin, hafif suçlardan hüküm giyenler için caydırıcılığı artırmaya çalışırken (1/10 kuralı) ve en tehlikeli kitle olan mükerrirler için infazı gevşetmesi, yasa koyucunun önceliklerinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu durum, suçla mücadelede rehabilite edilemeyen mükerrirlerin erken salıverilmesinin kısa vadede kamu güvenliği riskini artırabileceği ve böylece reformun temel hedefi olan "toplumsal huzuru sağlama" amacını tehlikeye atabileceği eleştirilerini güçlendirmektedir.
İnfaz hukukunda yapılan geniş kapsamlı düzenlemeler, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde hukuki denetime açıktır. AYM, geçmişte infaz rejimini ilgilendiren 7079 sayılı Kanun'un bazı kurallarını hukuk devleti ilkesine aykırılık gerekçesiyle iptal etmiştir. AYM, açıkça mevzuata aykırı ya da keyfî birtakım davranışlarla ortaya çıkabilecek kamu zararlarından dahi kişileri muaf tutarak asgari sorumluluk koşullarını temin edemeyen kuralların Anayasa ile çeliştiğini belirtmiştir.
Bu hukuki emsal ışığında, yeni mükerrir düzenlemelerinin, suçun ciddiyetine bakılmaksızın geniş çapta uygulanması, bireysel sorumluluğu yeterince gözetip gözetmediği yönünden hukuki risk taşımaktadır. Kanun koyucunun, cezanın temel amacı olan caydırıcılık ve sorumluluğu hafifletme eğilimine karşı dikkatli olması gerekmektedir.
Öte yandan, AİHM, Türkiye’deki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gibi hükümlünün tüm hayatı boyunca infaz edildiği rejimleri, mahpusun "umut hakkını" (rehabilitasyon ve nihai serbest kalma beklentisi) ihlal edip etmediği açısından sürekli incelemektedir. Yeni infaz düzenlemelerinin mükerrirlere koşullu salıverme hakkı tanıması, hükümlünün topluma uyum sürecini destekleyerek , AİHM standartlarına uyumu güçlendirme potansiyelini barındırmaktadır.
Uzman analizleri, Onuncu Yargı Paketinin sistemde iyileşmeler sağladığını kabul etmekle birlikte, reformun parçalı kaldığı eleştirisini dile getirmektedir. İnfaz sisteminin, cezadan beklenen ıslah etme ve caydırma fonksiyonlarını birbiriyle tutarlı bir şekilde bağdaştıracak bütüncül bir reforma tabi tutulması gerektiği vurgulanmaktadır. Mevcut düzenleme, cezaevi yoğunluğunu azaltmak için acil tahliyeleri önceliklendirirken, bu tahliyelerin uzun vadeli toplumsal sonuçlarını garanti altına alacak güçlü rehabilitasyon ve denetimli serbestlik altyapısını yeterince güçlendirememiştir.
Bu karmaşık dengeyi ve reformun yarattığı paradoksu özetleyen tablo aşağıdadır:
İnfaz Reformunun Paradoksu: Olumlu Hedefler vs. Negatif Riskler
Kriter | Olumlu Yön (İyileştirici Etkiler) | Olumsuz Yön (Riskler ve Eleştiriler) | Bağlantılı Kanuni Düzenleme |
Sistemik Kriz Yönetimi |
Cezaevi yoğunluğunu azaltma (419K mahpusun tahliyesi). |
Halkın adalet beklentisi ve cezasızlık algısının güçlenmesi riski. |
Mükerrir Hükümlü (43) Düzenlemesi. |
Caydırıcılık |
Hafif suçlarda hiç hapis yatmama algısını önleme. |
Mükerrir suçlularda erken salıverme nedeniyle kamu güvenliği riskinin artması. |
Denetimli Serbestlikte 101 Kuralı vs. Mükerrir İndirimi. |
Hukuki Kalite |
İnfaz sisteminde adaletsizlik algısını giderme. |
Hukuk Devleti ilkesine aykırılık riski ve AYM tarafından iptal edilme potansiyeli. |
Koşullu Salıverme Sürelerinin Genişletilmesi. |
Yasa koyucu, infaz indirimlerinin neden olduğu cezasızlık eleştirilerini dengelemek amacıyla, toplumsal infial yaratan ve yaygın olarak görülen bazı suç tiplerinde cezaları eş zamanlı olarak ağırlaştırmıştır. Bu strateji, zorunlu tahliyelerin siyasi ve toplumsal maliyetini düşürmek için uygulanan bir "cezalandırıcı retorik" olarak yorumlanabilir.
Kasten yaralama suçu ve bu suçun neticeleri, yargı paketinin özellikle üzerinde durduğu alanlardan biridir. Kasten yaralamanın iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa, organlarda işlev kaybına veya yüzde sürekli değişikliğe yol açması gibi daha ağır neticeleri halinde, hapis cezasının alt sınırı 5 yıldan 6 yıla yükseltilmiştir.
Daha da önemlisi, kasten yaralama sonucunda ölüm vuku bulmuşsa, hapis cezasının alt sınırı 8 yıl yerine 10 yıla, üst sınırı ise 12 yıl yerine 14 yıla çıkarılmıştır. Bu artırımlar, kamuoyunun ceza adaleti sistemine yönelik beklentilerine yanıt oluşturmayı ve caydırıcılığı belirgin biçimde artırmayı hedeflemektedir.
Paket kapsamında, kamu düzenini bozan ve sıkça görülen fiillere karşı daha etkin yaptırımlar getirilmiştir. Örneğin, kutlamada havaya ateş açma ve trafikte yol kesme gibi eylemlere karşı caydırıcılığı artırmak amacıyla müstakil suç tanımları oluşturulmuş ve hapis yaptırımı öngörülmüştür. Bu, suç ve ceza dengesini yeniden tesis etmeyi ve toplumsal düzeni sağlama amacını güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Yasa koyucu, bir yandan infaz sistemindeki baskıyı hafifletmek adına genel infaz sürelerini esnetip cezaevlerini boşaltırken (mükerrir indirimleri), diğer yandan cezai müeyyideleri artırarak (kasten yaralama ve yol kesme gibi suçlarda) kamuoyuna adalet sisteminin ağır suçları daha şiddetli cezalandırdığı mesajını vermektedir. Bu strateji, zorunlu tahliyelerin yarattığı hukuki ve siyasi boşluğu, belirli, yüksek profilli suçlardaki ceza artışlarıyla doldurmayı amaçlamaktadır. Bu çaba, ıslah ve caydırma gibi iki zıt fonksiyonu, sistemik bir kriz koşulunda eş zamanlı olarak tatmin etme zorunluluğunu yansıtmaktadır.
Yargı Paketi ile getirilen infaz düzenlemeleri, Türkiye'nin ceza adalet sistemi için karmaşık bir tablo sunmaktadır. Kısa vadede, bu düzenlemeler ceza infaz sistemindeki kritik aşırı doluluk krizini hafifletmek için hayati bir araç sağlamış ve özellikle kırılgan gruplar ile mükerrirler için rehabilitasyonu teşvik eden, insancıl ve bireyselleştirilmiş infaz mekanizmalarını devreye sokmuştur.
Ancak bu yapısal değişiklikler, beraberinde ciddi zorluklar ve riskler de getirmiştir. Özellikle ikinci tekerrürlü hükümlülere tanınan koşullu salıverme hakkı, kamu güvenliği riski potansiyeli yaratmakta ve sistemin resmi hedefi olan "cezasızlık algısını giderme" amacını gölgelemektedir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi nezdinde, yasal düzenlemelerin hukuk devleti ilkesine ve asgari sorumluluk koşullarına uygunluğu konusunda hukuki denetim tehdidi devam etmektedir.
Mevcut reform, bir acil durum müdahalesi olarak etkili olsa da, infaz sisteminin kalıcı ve sürdürülebilir bir iyileşme sağlaması için daha bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Uzmanlar, infazın, sadece süre kısaltma mekanizmalarından ibaret olmaktan çıkarılıp, gerçek ıslah ve topluma yeniden entegrasyon programlarıyla desteklenmesini önermektedir.
Gelecek infaz reformlarının, mükerrir hükümlüler de dahil olmak üzere koşullu salıverme kararlarını verirken, sadece cezaevindeki kağıt üzerindeki "iyi hal" raporlarına değil, hükümlünün topluma uyum potansiyelini, risk seviyesini ve ihtiyaç analizlerini gösteren somut ve bilimsel temelli programlara katılımına odaklanması esastır. Denetimli serbestlik kurumunun, pasif bir takip mekanizması olmaktan öte, hükümlüye mesleki eğitim, psikolojik destek ve istihdam olanakları sunan aktif bir rehabilitasyon merkezi haline getirilmesi, reformun uzun vadeli başarısını ve toplumsal huzuru kalıcı olarak güçlendirecektir. Bu sayede, Türkiye infaz hukuku, zorunluluğun getirdiği çözümlerden, adalet ve ıslah ilkelerinin rehberlik ettiği kalıcı bir modele geçiş yapabilecektir.